Akıl, ruhun bir kuvvetidir ki insan, onunla bilgi sahibi olur, iyi ile kötüyü ayırır, varlıkların hakikatlerini sezebilir. Akıl, insanın ilâ...
Akıl, ruhun bir kuvvetidir ki insan, onunla bilgi sahibi olur, iyi ile kötüyü ayırır, varlıkların hakikatlerini sezebilir. Akıl, insanın ilâhî hitapları anlamasına, birçok hakikatleri idrakine vasıtadır, pek ulvî bir cevherdir. Bu cihetledir ki, İslâm dini, beşerin fıtratına, aklına büyük bir kıymet vermiştir. Tîn Suresi'nin 4. ayet-i kerimesinde -mealen-:
Muhakkak biz, insanı en güzel bir surette yarattık.
buyurulmuştur.
Bir hadis-i şerifte de:
İnsanın kıvamı aklıdır (yani hayatını muntazam devam ettirmesi, dünya ve ahiret saadetine ulaşabilmesi akıl iledir), aklı olmayanın dini de yoktur.
buyrulmuştur.
Akıl, bir fıtrî nurdur ki kalp, onun sayesinde hak ile bâtılın arasını ayırır.
Bununla birlikte akıl, her hususta kâfi bir rehber değildir. Akıl, Cenâb-ı Hakk’ın rızasına uygun olan amellerin ne gibi şeyler olduğunu tayin edemez. İnsanın birtakım hususlarla vazifeli olması gerektiğini takdir edebilirse de bu vazifelerin neler olduğunu kendi başına bilemez. Bu sebeple aklı daha ziyade aydınlatan din, Allah-ü Teâlâ tarafından beşeriyete ihsan buyurulmuştur. İnsanlar, ancak bu sayede vazifelerine tamamen vâkıf olabilmişlerdir.
Demek ki insanları, birtakım vazifeler ile mükellef kılan, sırf kendi akılları değildir. Aklı da akıl sahiplerini de yaratan Allah-ü Teâlâ’dır. Cenâb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarını insanlara tebliğe memur olan zatlar ise Peygamberân-ı Zişan Hazretleridir. Binaenaleyh, vazifenin asıl menşei, mesnedi dindir; vahiy ve nübüvvettir. İşte kulluk vazifesi, böyle ulvî bir temele dayandığı için kutsi bir mahiyet kazanmış oluyor.
Şunu da ilave edelim ki vazifenin hakiki kaynağının, din olmasıyla, aklın kıymeti eksilmiş olmuyor. Çünkü insanın mesuliyeti, akla bağlıdır. Akıldan mahrum olanlar, hiçbir vazife ile mükellef değildirler. İnsanlar, Allah-ü Teâlâ tarafından kendilerine yüklenen vazifelerin hakikatini, ulviyetini, akıllarıyla anlamışlardır.
YORUMLAR